12 Mayıs 2014 Pazartesi

Annelik içgüdüsü: efsane mi, gerçek mi?

İddia şu: "Annelerin doğal bir bakım verme içgüdüsü vardır bu nedenle yavru bakımı pek çok türde annenin görevidir"

Biraz daha fazlası: "Erkek, spermlerini (genlerini) mümkün olduğunca çok dişiye dağıtıp gerisine karışmama yönünde evrimleşmiştir"

Bu bir bilimsel gerçekse, hovarda erkek - evde çocuklarla cebelleşen kadın modeli kültürle değil doğamızla ilişkilidir...



Yukarıdaki, sözde bilimsel iddiaların ataerkil sistemin yarattığı aile formlarını meşru kılmak için, başka bir deyişle işimize öyle geldiği için savunulduğu tespitiyle bir sistem eleştirisi yapmaktan çok şu bilimsel çarpıtmaya değinme niyetindeyim.

Anneliğin bir içgüdü olduğu iddiasındaki sorun, türün devamlılığı ile ilgili pek çok adaptif mekanizma içinden bunu öne çıkarma eğiliminde. 

Evet, bir çok türde, özellikle memelilerde, özgeci bakım verme davranışı sık görülür ve çoğunlukla bunu dişiler yapar. Ama bunu koşullayan şey anne hayvanların kutsal bir cevher taşıyor olmaları falan değil yavru hayvanın hayatta kalma çabasıdır; en adaptif mekanizma çoğu hayvanda bu yöne evrilmiştir.

Yavru bakımı bazı türlerde, baba, anne-baba ikilisi veya grup tarafından üstlenilir. Modern ve ahlaklı oldukları için değil, yavruların hayatta kalma sıklığını artırdığı için farklı biçimler ortaya çıkar.

Yavruların anneyi kendine bağlama yeteneği aslında aynı türden olmayan canlılarda bile işe yarar bir strateji. 

Ne mi yapıyorlar?

Çok sevimliler ve çok ciyaklıyorlar.

Aşağıdaki videoda yavru bir babunun leoparda yarattığı "kıyamama" etkisini görebilirsiniz. Bizim şirinlik dediğimiz şey aslında yırtıcıların agresyonunu baskılayan bir mesaj.


Sokakta yavru bir kedi görüp eve almak veya gece sokaktan gelen yavru kedi ciyaklamasının sizi rahatsız etmesi (yardım etme isteği uyandırır) gibi örnekler verilebilir.

Yavrunun hayatta kalmak için yaptığı ilk şey doğumdan hemen sonra güven veren büyükçe bir nesneye sokulmaktır. Bu cansız bir nesne de olabilir, başka bir türden bir canlı da olabilir. 

Doğum sonrası en yakındaki nesne genellikle anne olduğu için yavrunun ilk sokulma davranışı anneye oluyor. Ama örneğin bir civciv yumurtadan çıktıktan bir süre sonra yakınında sizden başka kimse yoksa peşinizi bırakmaz. 

Yavrudaki bu sokulma davranışının anne, baba veya başka bir canlıda oluşturduğu etkiyi artık kimyasal olarak da tespit edebiliyoruz, oksitosin adı verilen hormon salgılanıyor: Hem yavruda hem de "ayy ne tatlıı" diyen hayvanda...

Oksitosin süt bezlerini uyararak süt salgılanmasını da sağlayan hormon. Babalarda da doğum sonrası oksitosin artıyor. Oksitosin öyle bir şey ki süt vermeyen canlılarda da (örn. kuşlarda bile) bağlanmayı etkiliyor.

Cinsel ilişkinin de oksitosini artırdığını, eşler arasındaki bağlanmada da etkili bir hormon olduğunu biliyor muydunuz?

Özetle, "annelik içgüdüsü yoktur, oksitosin vardır" gibi bir indirgeme yapmayacağım ama bağlanmanın yavrular ile bakım vermeye aday diğer canlılar arasında bir potansiyel olarak var olduğunu, yavrunun kiminle daha çok vakit geçirirse karşılıklı bir bağlanma geliştiğini söylemeliyim.

İşte bu noktada kültür devreye giriyor. Bebek doğduktan sonra eğer baba ile yeterince hemhal olursa değme anneye taş çıkartacak bir bağlanma geliştiğini görebilirsiniz. Alın size babalık iç güdüsü.

Bunun için şempanzelerden bir örnek vererek yazıyı bitirelim. Aşağıda Oscar adlı bir minik şempanzenin öyküsünü anlatan bir film var. Oscar bize bağlanmanın kadın veya erkekle değil kendisiyle (yani yavrularla) ilgili olduğunu anlatacak...

Şempanzeye ya da buraya tıklayın...


11 Mayıs 2014 Pazar


Dünyanın En Sorgulanmayan Mesleği

Farkındaysanız kimse bütün bu kölelik koşullarını sorgulamıyor.

Bu kutsal görev neden kadınların üstünde?

Hadi bunu da geçelim, bütün bu adanmışlığın çocuklara faydası ne?

Psikoeğitim Grubu: "annelik görevinden kurtulmak"

Genel bilgi ve koşullar:

1) Anneliğin eğitimi olmaz!

2) Kadınlara yüklenmiş toplumsal cinsiyet rollerinin başında annelik geliyor; buna dair bir farkındalık için psikoeğitim planlıyoruz.

3) Kadınları ve çocukları annelik ile ilişkili toplumsal-kültürel kodlardan uzaklaştırmak mümkün müdür? Bunu tartışacağız.

4) Farkındalık ve değişim için bilimsel bir çerçeveye ve programa ihtiyacımız var:
  • İnsan yavrusunun gelişim öyküsü: temel bilgiler
  • Anne-çocuk ilişkisine bilimsel bir bakış
  • Baba'nın rolü nedir - ne olmalıdır?
  • Çocuklarla ilgili genel sorunlar: nedenleri ve çözümleri

5) Psikoeğitim için beş Cumartesi'ye ihtiyacımız var. Her Cumartesi iki oturum yapacağız. Birinci oturumda kuramsal çalışma; ikincisinde tartışma...

6) Psikoeğitim grupları 20 kişi ile sınırlı olacak.

Yer

Bayındır Hastanesi - İçerenköy

Ücret

Ücret bilgisi için lütfen 02165752666 numaralı telefondan
Hasta Hizmetleri Sorumlusu Gamze Özdemir ile iletişime geçiniz.

PROGRAM:

  • Birinci hafta / 24 Mayıs Cumartesi / 14:00 - 16:00

    • insan yavrusunun gelişim öyküsü

  • İkinci hafta / 31 Mayıs Cumartesi / 10:00 - 12:00

    • anne - baba - çocuk - kültür ilişkisi

  • Üçüncü hafta / 7 Haziran Cumartesi / 10:00 - 12:00

    • çocuklarla ilgili genel sorunlar - I : Ev yaşamı ve sınırlar

  • Dördünca hafta / 14 Haziran Cumartesi / 10:00 - 12:00

    • çocuklarla ilgili genel sorunlar - II : Eğitim hayatı

  • Beşinci hafta / 21 Haziran Cumartesi / 10:00 - 12:00

    • süpervizyon (katılımcıların getirdiği örnek olaylar üzerinde grup çalışması)


İletişim: onurozalmete@gmail.com

Onur Özalmete
Psikiyatrist / Bayındır Hastanesi

"yeterince iyi anne" ne demek?

"Mükemmel olmanıza gerek yok kararında annelik yeterlidir!" mi?

Hayır!

Yeterince iyi annelik, optimal bir annelik tanımı veya anneleri mükemmelliyetçilikten kurtarma iddiası ile sınırlı bir kavram değil.

"Yeterince iyi annelik" aslında bilimsel bir kuramla ilintili temel kavram.

Donald Winnicott "Good-enough mothering" tanımıyla çocukların anneleriyle ilişkilerinde asıl gereksinimlerine işaret ediyor: tutulmak (güvende hissettiren kucaklanma duygusu) ve çocuğun içinde serbestçe hareket edebileceği sınırları belli bir alan (holding environment).

Burada, yeterince iyi ile vurgulamak istediğimiz şey şu; çocuğun sağlıklı gelişimi için sevildiği kadar sınırlanması yani kararında bir mahrumiyet yaşaması gerekiyor. Güvenle kucaklayan ve sınırlayan bir anne yeterince iyi anne oluyor.

Winnicott durumu anlatabilmek için başka bir tanım daha kullanıyor: "sıradan fedakar anne".

Sıradan fedakar anneler aslında her dönemde, her yerde varlar çünkü bunun için özel bir çaba gerekmiyor!

Yaşamını çocuklarına adamış, saçlarını süpürge eden, yemeyip yediren anneler değil!

Hep orada olan, varlığıyla güven veren ama çocuğun bağımsızlaşmasına, gelişmesine izin veren sıradan annelerden söz ediyoruz.

Günümüzün genç annelerinin çoğunda fedakarlıkla ilgili bir eksik yok; sorun fazla fedakar olmalarında. Bu durum çocuğun temel ruhsal besinlerinden birini engelliyor; çocuklar yeteneklerini geliştiremeyecek kadar çok destekleniyorlar.

Daha da fazlası var!

Fazla fedakar anneler çocuklarının ileri yaşlarda bile kendilerinden ayrışmalarına izin veremiyorlar. Gelişmiş ve bütünlüklü bir kendilik duygusu olmayan anne kuzusu erkek ve kadınları hatırlayın!

Annelere ne öneriyoruz?

Annelik görevinden kurtulun!

Annelik bir görev olmamalı. Aslında sorun toplumsal rollerde kadınlar için belirlenmiş olanla ilintili: sorgulanmayan bir annelik algısı var.

Annelik, zaten olması gereken kutsal bir görev ise onun nasıl olması gerektiği hakkında hüküm de verilir...

Biz öyle yapmayacağız:

Planladığımız eğitimde iyi anne olmanın sırlarını konuşmayacağız. Ortak sorumuz şu olacak: anneleri ve çocukları "en iyisini yapma" yükünden kurtarmak için ne yapabiliriz?

Belki mottomuz şu olur: "Ey kadınlar ve erkekler, anneleri annelik görevinden, çocukları görevli annelerden kurtarın!"

Onur Özalmete

Psikiyatrist / Bayındır Hastanesi